Dünya üstünde pek oldukça uygarlık yaşamış ve zaman içinde yok olmuşlardır. Her uygarlık kendi kurallarını, hukukunu, inançlarını ve yaşam felsefesini bulunmuş olduğu yere yansıtmıştır. Dünyada pek oldukça medeniyetin olmasına karşın oldukça azı günümüze kadar gelebilmiştir. Mesela tüm dünyada yitik Atlantis kıtası, Mu kıtası söylentileri dolaşmakta ve hatta oldukça eski tarihi belgelerde de yer almalarına karşın günümüzde onlardan geriye hiçbir iz kalmamıştır. Elbet bu durumun birden fazla sebebi bulunmaktadır. Mesela volkanik patlamalar, şiddetli seller, depremler, savaşlar ve naturel afetler sebebiyle bir çok yok olmuştur. Sadece bazıları vardır ki tarihin tüm devirlerine karşı kendini korumuş ve günümüze kadar gelmiş olarak tüm insanları kendisine fanatik bırakmaktadır. Mesela Antik Mısır medeniyetinin piramitleri, Göbeklitepe, Karahantepe, Çatalhöyük ve bunlara benzer şeklinde pek oldukça yapı hala varlıklarını sürdürmektedirler. Bilhassa Anadolu coğrafyası bu mevzuda asla emsalsiz en oldukça kıymetli olan bölge konumundadır.
Kapadokya
Anadolu coğrafyası tarihin ilk devirlerinden beridir insanların savaşım alanı olmuştur. Her uygarlık Anadolu’ya haiz olmak istemiş ve bu uğurda pek oldukça çetin mücadeleler vermiştir. Hititlerden Asurlulara onlardan da Romalılara kadar tarihin her devrinde bir uygarlık kurulmuş ve egemenlik mücadelesini sürdürmüştür. Anadolu’nun bu kadar kıymetli ve kıymetli olmasının normal olarak pek oldukça sebebi bulunmaktadır. Bilhassa köprü görevi görmesi ve Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlaması sebebiyle pek oldukça egemenlik mücadelesine ev sahipliği etmiştir. Tecim yollarının da Anadolu topraklarından geçmesi ekonomik olarak oldukça büyük bir getirinin bu topraklarda olması her insanın iştahını kabartmıştı. Bunun yanında iklimi, verimli toprakları ve bolca su yataklarının olması Anadolu’yu olmazsa olmaz bir yer yapmıştır. Eskiden insanoğlu su yataklarına oldukça yakın yerleşimler kurarlardı. Su neredeyse medeniyetlerde oraya kurulurdu. Bundan dolayı su yaşamın temelini oluşturuyordu. Mesela Antik Mısır uygarlığı Nil Nehri civarında kurulmuş bir medeniyetti. Gene Sümer uygarlığı, Babil ve Asur uygarlıkları da çoğu zaman su yataklarına yakın yerlerde kurulmuşlardı. Anadolu bu bakımdan oldukça mühim bir jeopolitik konuma sahipti. Esasen Anadolu’da kurulan tüm medeniyetlerin hepsi su kaynaklarının derhal yanında kurulmuş medeniyetlerdir.
Kapadokya çömlek yapımı
Anadolu’da yaşamış olan insanoğlu kendi inançlarını, yaşam felsefelerini, geleneklerini bulundukları bölgelere yansıtmışlardı. Pek bir çok yok olup gitse de günümüzde varlığını hala korumakta olan pek oldukça yer bulunmaktadır. Bu yerlerden biriside asla şüphesiz Kapadokya’dır. Pers uygarlığının tabiriyle “Güzel atlar ülkesi” olan Kapadokya, Anadolu’nun tam merkezinde yer almıştır. Yılda milyonlarca yerli ve yabancı turisti ağırlayan bu güzel yer binlerce senelik korunan ender bölgelerden birisidir. Peri bacaları ile ünlenmiş olan bu yerin halkı kayaları oyarak yaşamlarını sürdürmüşlerdi. Bilhassa yer altı şehirleri ile tüm dünyayı şaşkına çevirmiş durumdalar.
Kapadokya
Kapadokya nerede bulunmaktadır?
Kapadokya çoğu zaman Ürgüp, Göreme olarak bilinse de aslına bakarsak oldukça daha büyük bir alanda yer almıştır. Net bu şehirde demek kesinlikle yanlış olacaktır. Bundan dolayı Kapadokya; Nevşehir, Aksaray, Kayseri, Niğde ve Kırşehir illerini içinde barındıran geniş bir bölgedir. Anadolu’nun tam orta kısımlarında yer almıştır.
Kapadokya
Kapadokya’nın tarihi
Kapadokya’ya ilk olarak milattan önceki yüzyıllarda bakmamız gerekmektedir. Bundan dolayı Kapadokya Hititler dönemine kadar uzanan bir tarihe haizdir. Hititler döneminde de oldukça fazla kullanıldığı meydana getirilen bilimsel çalışmalarla ortaya konulmuştur. İlk ilkin Hititlerin elinde bulunan bu güzel yer Hititlerin yıkılmasıyla el değiştirdi ve Pers yönetimine geçmişti. Persler bu bölgeye “Güzel atlar ülkesi” adını vermişlerdi. Makedonyalı Büyük İskender Anadolu’yu yakalamış ve Kapadokya Krallığı kurulmuştu. Peşinden da Romalıların gelmesiyle uzunca bir süre bu şekilde yönetildi. Kapadokya’ya 3. Yüzyıllarda Hristiyan halk yavaş yavaş yerleşmeye başlamıştı. Zaman içinde bu yer fikir merkezi haline gelmişti. Sadece o dönemlerde Romalıların Hristiyan olmayışları ve Hristiyan halka baskı uygulamaları, zulmetmeleri ve oldukça fazla kıyımlar yapmaları insanların yeraltı şehirleri yapmalarına niçin olmuştu. Bu düşüncenin yanında pek oldukça değişik fikir daha bulunmaktadır. Günümüzdeki araştırmacılar bu yeraltı şehirlerinin bundan dolayı değil de başka bir nedenle yapıldığını ileri sürmektedirler. Pek oldukça araştırmacı Kapadokya’da bulunan bu yeraltı şehirlerinin bir nükleer saldırıdan korunmak için yapıldığını ileri sürmektedir. Peki, o dönemlerdeki teknolojik gelişmeler nükleer bir saldırıya niçin olacak kadar gelişmiş miydi? Bu probleminin yanıtını vermek oldukça güçtür. Bundan dolayı meydana getirilen pek oldukça araştırmada kumlarda radyoaktif maddelerin bulunması, duvar resimlerinde yer edinen çizimler ve öteki tarihi kaynaklara bakıldığında hakikaten bu şekilde bir hızla gelişen teknolojinin olduğu mevzusunda insanoğlu muammada kalmış durumdadırlar. Kapadokya’ya son olarak 12. Yüzyıldan sonrasında Türklerin (Selçuklular) gelmişlerdir. Selçukluları Osmanlı imparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti takip etmiştir. Neredeyse 1000 senelik tarihi süresince hep Türklerin elinde kalmış bit yerdir.
Kapadokya
Kapadokya nasıl oluştu?
Kapadokya hakkında dört gözle beklenen bir başka soruda bu bölgesin nasıl oluşmuş olmasıydı. Kapadokya 60 milyon senelik bir oluşum evresinden geçmiştir. Bulunmuş olduğu bölge volkanik bir bölge olduğundan oldukça fazla volkanik patlamalar oluşmuştu. Dışarıya fışkıran lavlar bölgeyi tamamen kurutmuş durumdadır. Zaman içinde lavlardan ve küllerden oluşan pek oldukça katman meydana gelmiştir. Bu tabakaların üstü yumuşak ve altı sert olduğundan zaman içinde rüzgarın, sellerin ve öteki afetlerin taşları aşındırması sonucu Kapadokya bugünkü halini almış durumdadır. Zaman içinde mantar başlı ve ya şapka görünümlü taşlar meydana gelmiştir.
Kapadokya tarih süresince pek oldukça medeniyete ev sahipliği yapmış bir yerdir. Her gelen uygarlık kendinden bir şeyler bırakmıştır. Şuanda pek oldukça oyulmuş ev, manastırlar ve kiliseler bulunmaktadır. Romalıların Hristiyanlık dinine girmelerine kadar buralarda yaşayan halkın bir çok hep zulüm ve baskı görmüştür. Bundan korunmak için insanoğlu kendilerine korunaklı odalar, yeraltı şehirleri ve tüneller yapmışlardır. Romalı askerler geldiklerinde derhal tünellerden yeraltı şehirlerine girmekteler ve iyi korunduklarından hiçbir şekilde askerler içeriye giremiyorlardı. Günümüzde bu yaptıkları düzenekler kontrol edilmiş ve hakikaten de aşılması oldukça zor kapılar, döner taşlar ve tüneller yapmışlardı. Yaptıkları yeraltı şehirleri o denli büyük ve birbirine bağlıydı ki içinde okul, kilise, hayvanlar, pek oldukça odalar, mutfaklar ve dahası bulunmaktaydı. On binlerce insanoğlunun tamamını içinde barındıran bu yeraltı şehirlerinin hiçbir eksiği de yoktu. Havalandırmadan su kuyularına kadar her şey tasarlanmış ve yapılmıştı. Canlarını korumak için yaptıkları bu yeraltı şehri dünyadaki en büyük yeraltı şehri unvanını elinde bulundurmaktadır.
Video: Dünyayı Geziyorum – Kapadokya
https://www.youtube.com/watch?v=6YV3vgtvMmcVideo can’t be loaded because JavaScript is disabled: Dünyayı Geziyorum – Kapadokya | 15 Mart 2020 (https://www.youtube.com/watch?v=6YV3vgtvMmc)
Araştırmacılar bu yeraltı şehri hakkında ikiye ayrılmış durumdadır. Birinci grup bu yeraltı şehirlerinin Romalılardan korunmak için yapıldığını ileri sürmekteyken öteki grup ise bunun bambaşka bir sebebinin bulunduğunu ileri sürmektedirler. Tarihi kaynaklar, duvar resimleri, arkeolojik buluntular bunların hepsi birleştirildiğinde o dönemlerde oldukça büyük bir nükleer savaşın yaşandığı belirtilmektedir. Kumlar üstünde meydana getirilen araştırmalarda, taş örneklerinde oldukça yüksek oranda radyasyonun bulunması akıllara başka küçük bir ihtimal getirmemektedir. Nitekim pek oldukça duvar resminde de tasvir edilen bu gizemli şeyler araştırmacılar için en büyük somut kaynaktır. Bu durumun benzeri bir tek Kapadokya’da değil, Antik Mısır’da ve Hindistan’da da görmekteyiz. Çizilen duvar resimleri, metinlerde ve kitaplarda geçen bu hadiseler ve en önemlisi de o bölgelerde oldukça yüksek oranda radyasyonun bulunması bu görüşü destek sunar niteliktedir.
Yorum siz kıymetli okuyucularındır…